Türkçe’nin Gelecekteki Yeri

Türkçenin gelecekteki yeri, zaman zaman eski kaynakları okuduğumuzda ya da eski bir film seyrettiğimizde Türkçe nereye gidiyor, diye düşünürüz. Dilimiz biz fark etmeden değişmeye devam ediyor. Kullandığımız kalıplar, ifadeler hatta telaffuz şeklimiz bile yıllar içinde büyük bir varyasyona uğradı. Bunun en büyük nedenlerinden biri de kültürel etkileşimin artmasıdır. Elbette bu faktörü zararlı bir olgu gibi görmemiz doğru değildir. Ancak, bir kültürün yapı taşı olan dilin, organik yapısından sıyrılması bir o kadar korkutucu ve endişe vericidir. Bu nedenle Türkçenin gelecekteki yeri ve statüsü, bu kültürel kimliği ne derece doğru ifade ettiğimiz ile ilişkilidir.

Türkçenin Gelecekteki Yeri

Bir dilin geleceğini ve geçmişini değerlendirebilmek için öncelikle o ülkenin sahip olduğu değerleri yakından incelememiz gerekiyor. Ülkemizin bulunduğu konuma, siyasi ilişkilere ve yaşanan gelişmelere göz attığımızda, Türkçenin gelecekteki yeri konusunda çok yönlü bir görüş açısına sahip olabiliriz.

Türkiye’nin Jeopolitik Konumu ve Dilimize Etkileri

Geçmişten bu yana dünya siyaset sahnesinde oldukça aktif rol oynayan medeniyetler topraklarımız üzerinde kurulmuştur. Bu da zengin bir etnik kimliğe sahip olmamıza neden olmuştur. Topraklarımız; Anadolu, Avrupa ve Asya kıtalarının birbirine en yakın olduğu bir konumda bulunuyor. Ayrıca 4 denize dokunan kıyılarımız sayesinde işlek boğazlara sahibiz. İklim özelliklerine baktığımızda ise insan yaşamına en uygun olan ılıman kuşakta olduğumuzu görüyoruz. Tüm bu özellikler ülkemizin stratejik varlığını, dolayısıyla dilimizi önemli kılar.

Ankara.edu.tr

Tarih ve kültür dil ile başlar. Dünya tarihinde şu ana kadar bilinen en eski şehir yerleşimi Konya ilimizde bulunan Çatalhöyük’te yer almaktadır. Bu da demek oluyor ki yerleşik hayata geçiş ve tarım Avrupa’dan çok daha önce Anadolu’da gerçekleşmiştir. Yine bilinen en eski ticaret yolu olan Kral Yolu, Anadolu topraklarında bulunmaktadır. Sonraki dönemlerin en büyük ticaret yolu olarak kabul edilen ve Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan İpekyolu da Anadolu toprakları üzerinden geçmiştir. Ticaret bir toplumun güç kaynağı olarak görülebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye, sahip olduğu jeopolitik konum itibariyle güçlü bir yere sahiptir. Ayrıca ticaret, kültürler arası etkileşimin önemli bir parçasıdır. Asya ve Avrupa’dan gelen tüccarlar kültürümüze yeni şeyler katmışlar, ülkelerine de bizim kültürümüzden ögeler taşımışlardır.

Jeopolitik konumumuzun dilimize olan etkilerini yalnızca ticaret ile bağdaştırmamız mümkün değildir. Ticaret kadar önemli bir diğer etki de turizmdir. Ülkemizin sahip olduğu kıyılar Karadeniz, Akdeniz, Marmara ve Ege sularına dokunmaktadır. Ayrıca köklü bir kültür mirasına sahip olmamız, yabancı turistler tarafından ilgi çekici bulunmaktadır. Hal böyle olunca dünyanın dört bir yanından farklı dil ve kültüre sahip binlerce insan ülkemizi ziyaret ediyor. Bu ziyaretler Türkiye’nin doğru bir şekilde tanınması ve popülaritesinin artması konusunda oldukça önemlidir. Çünkü bir toplum ne kadar tanınırsa konuşulan dil de o derece statü kazanacaktır.

Türkiye’nin Uluslararası Siyasi İlişkilerinin Türkçe ‘ye Olan Etkisi

Türkiye, bulunduğu jeopolitik konum itibariyle son derece hareketli bir siyasal politikaya sahiptir. Son dönemde Orta Doğu ve Avrupa’da yaşanan gelişmeler Türkiye’nin uluslararası siyasette adını duyurmaya başlamıştır. Orta Doğu’nun içinde bulunduğu kritik ortamda Türkiye’nin sergilediği tutum sayesinde bu ülkeler tarafından model olarak kabul görülmeye başlanmıştır. Bölgesel krizin had safhada olduğu Orta Doğuda, Türkiye hatırı sayılır bir ara bulucu konumundadır. Bu da Türkiye’ye duyulan güvenin göstergesidir. Ancak Türkiye, komşular ile “sıfır problem” stratejisini temel alsa da iç savaş ve terör gibi sorunlardan dolayı etki altına girmiştir. Bu etki mültecilerin ülkemize talep göstermesi ve Avrupa’ya iltica için bir yol olarak görmelerine neden olmuştur. Doğal olarak ülkemizde hayatına devam etmek yabancı uyruklu mülteciler için Türkçe konuşmak bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle Türkçenin gelecekteki yeri ile ilgili olarak Türkçe’nin konuşulma potansiyeli artmış ve önem kazanmıştır.

Türkiye’nin dış politika aracı yalnızca savaş ve iltica olarak görülemez. Ülkemiz ekonomik anlamda kendini geliştirerek pek çok Avrupa ülkesi ile rekabet edecek güce erişmiştir. Türkiye, dünyanın en büyük ekonomileri sıralamasında ilk yirmi ülke arasında alan ve G20’de aktif rol oynayan bir ülkedir. Ayrıca dünyanın ilk on turizm ülkesi içinde yerini almıştır. Sanayide, tarımda, ithalat ve ihracatta dünya ekonomisine katkıda bulduğu gibi turizm alanında da adını duyurmuş bir ülkedir. Tüm bu kriterler değerlendirildiğinde Türkiye’nin hem içinde bulunduğu coğrafyada hem de uluslararası platformlarda ciddi ilişkiler içinde olduğu görülmektedir. Bu ilişkiler sayesinde Türkiye adı ön plana çıktığı gibi Türkçe de ön plana çıkmaktadır.

Türkiye’nin Enerji Kaynakları

Gelişmiş ülkelerle yarışan ve gelişmekte olan Türkiye için enerji kaynakları son derece stratejik öneme sahiptir. Tüm dünyanın üzerinde durduğu; güvenli ve sürdürülebilir enerji temini, enerjiyi verimli kullanma ve çevrenin korunması gibi konular, Türkiye’nin de enerji kaynakları gündemini oluşturuyor. Ancak ülkemiz bu konuda dezavantajlı konumdadır. Çünkü Türkiye, enerji kaynakları bakımından yetersizdir ve dışa bağımlı olarak çalışmaktadır. Bu nedenle hızla artan nüfusun enerji ihtiyacını karşılayabilmek için yenilenebilir enerji kaynakları önem verilmeye başlanmıştır.

Enerji Bakanlığı: https://www.enerji.gov.tr/merkeziteskilatlar

Kullandığımız enerji kaynakları yenilenebilir ve yenilenemez kaynaklar olarak iki kısma ayrılmaktadır. Yenilenemez kaynaklar; kömür, petrol, doğal gaz ve nükleer enerji kaynaklarıdır. Türkiye bu kaynakları üretme konusunda diğer ülkelerin epey gerisinde kalmıştır. Bunun başlıca sebebi bulunduğumuz coğrafi konumda yeterince kaynak bulunmamasıdır. Fosil yakıtlar arasında olan kömür, uzun yıllar Türkiye’nin en önemli enerji kaynağı olmuştur. Ancak kömür üretiminde dahi en zayıf kalite olarak kabul edilen linyit kömürü üretimi yapılmaktaydı. Rezervlerin azalması ile birlikte, ülkemiz kömür ithalatı yapmaya başlandı.

Talihsiz olunan tek kaynak kömür değildir. Yine fosil yakıtlardan elde edilen petrol ve doğal gaz ülkemiz sınırlarında nadir rastlanan kaynaklardır. Kullanmış olduğumuz petrol ve doğal gazın neredeyse tamamı diğer ülkelerden temin edilmektedir. Ancak yenilenemez kaynaklar olan bu kaynaklar dünya genelinde hızla tüketilmiştir. Alınan son verilere göre petrol için 50 yıllık, doğal gaz için 120 yıllık kaynak rezervi olduğu ön görülmektedir. Kısacası yenilenemez enerji kaynaklarının ömrü tükenmekte ve yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi artmaktadır.

Türkiye’nin de son dönemlerde üzerinde çalışmalar yaptığı yenilenebilir enerji kaynakları; güneş, rüzgar, jeotermal, hidrolik, biokütle ve dalga enerjisidir. Bu kaynaklar, yenilenemez kaynaklara göre çevreye daha az zarar verir ve daha ucuzdur. Her ne kadar bulunduğumuz coğrafi konum dolayısıyla bu kaynakların kullanımı avantajlı olsa da ne yazık ki geliştirme konusunda henüz ciddi adımlar atılmaktadır.

Türkiye’nin enerji üretimi ve yeni kaynaklar geliştirme konusunda yapması gereken pek çok işi ve yol alması gereken uzun bir zaman olduğu açıktır. Her şeyden önce dışa bağımlı halde tükettiğimiz enerjinin büyük ölçüde içe dönük hale getirilmesi farklı açılardan önem taşımaktadır. Güçlü kaynaklara sahip olan bağımsız bir ülke daha dik ve istikrarlı bir duruş sergileyecektir. Bu da diğer ülkeler tarafından kabul görmemiz, kültürümüzü her platformda sergileyebilmemiz için önemli bir adımdır.

Türkiye’de Bilimsel ve Tıbbi Gelişmeler

Ülkemiz, tarihi boyunca bilim ve tıp alanında yapılan çalışmalara katkıda bulunmuş ve çeşitli konularda uluslararası bilim ödülleri almış çok kıymetli bilim insanları yetiştirmiştir.

Dünya çapında baktığımızda 19. yüzyıl bilim, teknoloji ve tıp konusunda entelektüel kültürün parladığı bir dönemdir. Bu dönemde farklı alanlarda hızlı gelişmeler yaşanmış ve toplumsal yaşamda köklü değişiklikler ortaya çıkmıştır. Batı, 17. yüzyılda değişime kendini hazırlarken bu gelişmelerin Türklere yani Osmanlı’ya yansıması 18. yüzyılın sonlarına doğru olmuştur. Arada açılan bu yelpaze zaman içinde küçülürken astronomi, fizik, kimya, matematik ve ecza dallarında ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir.

Tıp konusunda sürekli olarak kendini geliştirmeyi hedefleyen Türkiye, yapılan son değerlendirmelere göre sağlık hizmetleri kapsamında dünya genelinde 64. olmuştur. Cerrahi tıp alanında ise 20. sırada yer almaktadır. Pek çok ülkeye göre kolay ulaşılabilir sağlık hizmetlerimiz ve güvenilir cerrahi yöntemlerimiz sayesinde tıp turizmi önem kazanmıştır. Son yıllarda cerrahi alanındaki gelişmeler dünya çapında bir yankı uyandırmıştır. Örneğin, dünyada ilk defa cansız bedenden deri nakli ve aynı anda hem baypas hem organ nakli ülkemizde yapılmıştır.

Ülkemizi bilimsel gelişmeler açısından değerlendirdiğimizde karşımıza ilk çıkan teknoloji olmaktadır. Mevcut duruma bakarsak Türkiye bilimsel araştırmalar ve Ar-Ge çalışmaları bakımından diğer gelişmiş ülkeleri geriden takip etmektedir. Teknolojik gelişmelerin geneli askeri alanda olup İHA, SİHA ve TİHA üretiminde dünyanın sayılı ülkeleri arasındadır. Bu da silah sanayide Türkiye’nin adını dünyaya lanse eden ayırıcı bir özelliktir.

https://iha.shgm.gov.tr/

Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri İle İlişkisi

Ortak soy, din ve dile sahip topluluklar güçlü bağlarla birbirine bağlanırlar. Türkiye ve diğer Türk devletler ile arasında da böyle bir bağ vardır.

Türkler tarih boyunca Asya’nın büyük bir bölümünde oradan oraya göç etmiştir. Bu göç esnasında topluluğun bir kısmı bulundukları yerlere yerleşmiş bir kısmı da yeni bölgelere taşınmaya devam etmiştir. Hal böyle olunca Türk soyları özellikle Asya’nın çeşitli bölgelerinde kurulan yeni devletler haline gelmiştir. Dünya savaşları sırasında bazı Türki cumhuriyetler işgal altına kalarak uzunca bir süre Türkiye ile aralarında siyasal, ekonomik ve diplomatik bağlar kurulamamıştır. Ancak 1991 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliğinin dağılması ile başta Azerbaycan olmak üzere Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan gibi devletler bağımsızlık ilan ederek dünya sahnesinde yerini almaya başlamıştır.

Türkiye ve Azerbaycan arasındaki yakınlık diğer Türk devletlerine göre biraz daha farklıdır. Azerbaycan’ın coğrafi konum olarak kapı komşumuz olması ve konuşulan Türkçenin, Türkiye Türkçesine çok yakın olması bu bağları güçlendirmiştir. Uluslararası platformlarda Türkiye – Azerbaycan iş birliği içinde hareket etmektedir.

Türk devletlerinin bir tek Azerbaycan üzerinden değerlendirilmesi mümkün değildir. Sovyetler sonrası dönemde bağımsızlığına kavuşan Türk devletleri ve devlet liderleri Türkiye’yi rol model almıştır. Ortak tarih unsurunun yanında Orta Asya topraklarında yaşayan nüfusun %70’inin Türk kökenli olması Türkiye’ye karşı bir sempati doğurmuştur. Özbekistan devlet başkanı olan İslam Kerimov’un söylediği “benim ülkem Türkiye’nin yolundan gidecek” sözü akıllarda kalan önemli detaylardandır.

Sovyetler sonrası bağımsızlık ilan eden beş Türk cumhuriyetinin bağımsızlığını ilk tanıyan devlet Türkiye olmuştur. Kısa zaman içinde çok sayıda anlaşma yapılıp diplomatik ilişkiler doğrultusunda elçilikler açılmıştır. Bu devletlerle ilişki kurmak Türkiye için siyasi ve ideolojik açıdan önemli olduğu kadar ekonomik açıdan da önemlidir. Çünkü doğal gaz ve petrol gibi kıymetli enerji kaynakları Azerbaycan gibi Türk devletler tarafından ithal edilmektedir.

Diğer Türk devletler ile aramızdaki en güçlü bağ ortak din ve dildir. Her ne kadar Türkçe denilince akıllara Türkiye Türkçesi gelse de Güneydoğu Avrupa ve Batı Asya’da konuşulan diller Tük dili olarak kabul görmektedir. Yaygın olarak konuşulan Türk dili 100 milyondan fazla konuşana sahiptir. Bu nedenle dünyada en çok konuşulan ilk yirmi dil arasındadır.

Türkçe Neden Dünya Dili Olamadı?

Özellikle Asya ve Avrupa’nın bir kısmında köklü bir geçmişe sahip olan Türk toplulukları olduğunu biliyoruz. Tüm bu Türk devletleri ve tarihe rağmen Türkçe neden dünya dili olmadı sorusu akla yatkın bir sorudur. Cevabı ise Türklerin ideolojik yapısı ile alakalıdır. Batılı devletler “işgal” prensibi, Müslüman Türkler ise “fetih” prensibi ile hareket etmiştir. Bu ikisi arasındaki çok büyük farklılıklar vardır. Öncelikle işgal edilen bir millet sömürge altına alınır. İşgalci devlet; kendi kültürünü, dinini ve dilini dayatarak bir hegemonya kurar. Fetihte ise dil, din ve kültür açısından herhangi bir dayatma olmaksızın yaşamaya devam edilir. İngilizler, Fransızlar ve diğer işgalci devletler kurdukları hegemonya sayesinde kendilerinden çok uzak milletlere bile kendi dillerini zorunlu olarak öğretmişlerdir. Bu yüzden dünya dilleri arasına bu devletin dilleri bulunmaktadır. Eğer Türkler de bu devletler gibi işgale yönelseydi Avrupa sınırlarından Hindistan’a hatta Çin’e kadar Türkçe dışında bir dil kullanılmazdı.

Türkçe’nin Gelecek Projeksiyonu

Türkçenin gelecekteki yeri, gücü ve nasıl olacağı Türklerin gücünden bağımsız olarak ele alınabilecek bir konu değildir. Geçmişte de böyledir, gelecekte de bu şekilde değerlendirilecektir. Örneğin önceki birkaç yüzyılda Osmanlı Devleti büyük bir coğrafyaya hâkimdi. Osmanlı Türkçesi bilen bir kişi tüm bu coğrafyada Türkçe konuşarak dolaşabiliyordu. Günümüze gelindiğinde tüm dünya coğrafyası ve dengeler değişmiş durumdadır. Zamanla bu coğrafya Türklerin iradesi altından çıkarak, Türkler ve doğal olarak Türkçe zayıflamaya başlamıştır. Bu nedenle de Türkçe denilince Türkiye’de konuşulan dil akıllara gelmektedir.

UNESCO 2009 yılında bir Dünya Dil Atlası yayımlayarak dünya dilleri hakkında araştırma ve ön görüler açıklamıştır. Açıklanan verilere göre ilerleyen zamanlarda dünya dillerinin yarısı yok olacaktır. Dünyada yaşanan gelişmeler ve UNESCO’nun yaptığı bu araştırmaya bakılırsa Türkçemizin de gelecekte bazı sorunlarla karşı karşıya geleceği anlaşılmaktadır. Her ne kadar Türkçe, en çok konuşulan diller arasında olsa da gelecek nesillere aktarılması ve korunması için şimdiden önlem alınması gerekiyor.

Yabancı Türkologlar tarafından yapılan araştırmalara göre Türkçe, diğer dillere nazaran bazı üstünlüklere sahiptir. Bu araştırmalar sonucu Türkçe, beyin işleyişine daha uygundur ve zihinsel becerileri geliştirici özelliklere sahiptir. Dilimizde bulunan ses zenginliği, ses – şekil ilişkisi, zihinsel sözlük ve kelime tanıma gibi özellikler Türkçe öğrenme konusunda kolaylık sağlamaktır. Tüm bu özelliklere rağmen Türkçe, dünya dilleri arasına girememiştir. Sebebi ise Türkçe öğretimi konusunda yetersiz kalınması ve yenilikçi yöntemlere çok geç geçiş yapılmasıdır. Ancak son yıllarda önemli gelişmeler yaşanarak yenilikçi Türkçe öğretim programları uygulamaya başlanmıştır.

Bir ülke için kültür ve dil kavramları ayrı ayrı olarak değerlendirilemez. Dil ve ülkenin ekonomik, siyasal, teknolojik, sosyal ve kültürel yapısı iç içe geçmiş durumdadır ve tüm bu özellikler bir arada değerlendirilir. Eğer ülkemizde kullandığımız bir ürünü ya da aracı kendimiz üretmiyorsak, başka ülkelerden ithal ediyorsak sadece ürünü değil adını ve onunla ilgili tüm terimleri de ithal etmek zorunda kalıyoruz. Bu nedenle bilim ve ekonomi başta olmak üzere her alanda kendimizi geliştirmeli ve yabancı kaynakları tüketme çılgınlığına bir miktar dur demeyi öğrenmemiz gerekiyor. Tarih sayfasından silinen toplumların ortak özelliği üretimde geride kalıp diğer egemenliklere boyun eğmeleri olmuştur.

Gelecekteki Türkçe

Türkçenin gelecekteki yeri, Türkiye’nin ve Türkçe’nin gelecek projeksiyonlarda, dünya çapında yer edinebilmesi için şu anki yerini koruması gerekiyor. Türkçeyi doğru kullanan, bilimsel düşünen, araştırmacı ve üretken bireyler yetiştirerek dilimizi dünyaya tanıtmamız mümkündür. Sonuç olarak güçlü dil; güçlü devlet, güçlü ekonomi ve güçlü siyasete dayalıdır. Türkiye de teknoloji, bilim ve üretim konusunda ilerledikçe Türkçe’miz de bir o kadar değerli olacaktır. Kısaca izah edecek olursak dilimizi bir bütünün paçası olarak görmeliyiz ve bu bütünü geliştirmekle işe başlamalıyız.

Çeviri Çözümleri

0212 221 45 21 & 0553 910 31 32